İstanbul Forum Konuşmalarının üçüncüsü “Uygur Şiiri: Direniş ve Hayatta Kalmanın Canlı Bir Kanıtı“ başlığıyla SOAS Üniversitesi araştırmacısı, şair ve yazar Aziz İsa Elkun tarafından gerçekleştirildi. Uygur kültürünün yaşatılması ve Uygur halkının sesinin dünyaya duyurulması için akademik ve sivil çalışmalar yürüten Elkun konuşmasına, Uygur Edebiyatı ve kültüründe şiirin yerine değinerek başladı. Uygur tarihinde zulmün ve acının başlangıcı olan 1949 yılından beri Uygur topraklarının Çin zulmü altında olduğuna dikkat çeken yazar, siyasi ve sosyal direnişin gündelik hayata etkilerine değindi. 1955 yılında Uyguristan (Doğu Türkistan)’ın Sincan olarak yeniden isimlendirilmesinin ardından Sincan ismini kullanmayı reddettiğini ifade eden Elkun, bu kullanımın sadece coğrafi değil zihni kodların işgaline hizmet ettiğini belirtti. Bu anlamda şiirin baskıcı ve işgalci Çin yönetimine bir direniş olarak nasıl bir dönüşüm geçirdiğini anlattı. Çetin bir coğrafya olan Uyguristan’ın sadece coğrafi değil siyasi zorluklara da yüzleşmek zorunda kaldığının altını çizen Elkun, Uygur şiirlerinde ana temaların Orta Asya’nın doğal manzarası, geniş otlakları, yüksek dağ sıralarını yansıttığını ifade etti. Bununla birlikte, Uygurların tarih boyunca yaşadığı siyasi karışıklık, savaş ve sürgünlerin uygur şiirlerinde göç, sürgün, doğa ve aşk gibi temalarla karşılık bulduğunu belirtti. 20.yüzyıl milliyetçi şairlerinden Abdülhaliq Uygur’dan direniş ve mücadele temalı şiir örnekleri veren Elkun, şairin “Cesur çiçeğim, hadi açalım “ dizesinin sadece bir aşk değil, uygurlar için özgürlük sloganı olduğunu anlattı. Elkun, 2016 yılından beri Çin Hükümetinin uygurlara uyguladığı toplu tutuklama, kültürel assimilasyon ve toplama kampları politikalarının insanlık dışı olduğuna vurgu yapan Elkun, uygurlar arası iletişimin bu şekilde yurtiçinde ve yurtdışında engellendiğine dikkat çekti. Öte yandan 2018 yılında yazdığı şiirinden sonra toplama kampına gönderilen Chimangul Awut, Çin kampında bir yıl kaldıktan sonra 17 yıl hapis cezasına çarptırılan Gülnisa Imin Gülkhan gibi meşhur kadın şairlerin şiirlerinin Uygur direnişinde kadın şairlerin önemini yansıttığını ifade etti. Elkun kendisinden 2015 yılından beri haber alınamayan şair Gülnisa Hanımın şiirinde geçen
“Sorunları, özlemleri
Kabuslar ve uykusuz geceleri
Bunları dışarıdaki biriyle konuşmak istiyorlar.” dizeleriyle aslında Uygur halkının sesine kulak verecek insanlara bir son çağrı bıraktığına vurgu yaptı. Konuşmasının devamında, 1999 yılında başlayan kişisel sürgün hikayesinden ve Uygur Şiirleri Antolojisi kitabından bahseden Elkun, özellikle yurtdışında yaşayan Uygurların uzakta da olsa özgürlüklerinin kısıtlandığını, aile üyeleriyle iletişimlerinin kesildiğini ve susturulduğunu anlattı. Bugün, Çin’in gözaltı kamplarında tutulan ya da uzun hapis cezalarına çarptırılan yaklaşık 500 Uygur entelektüeli bulunduğunu ifade eden Elkun, Uygur entelektüellerinin hedef alınmasının Uygur kültürel ve etnik kimliğini yok etme amacını ortaya koyduğunu söyledi. Tüm zorluklara rağmen sosyal medya ve gençlerin çalışmalarıyla Uygurların dünya çapında iletişim kurma başarısının altını çizdi. Bunun en güzel örneğini bir milyondan fazla Uygur’un yaşadığı Kazakistan ziyaretinde, Uygur Şiirleri Antolojisi kitabına gösterilen ilgi vesileyle Uygur yazar, gazeteci, toplum lideri ve bazı genç Uygur şairleri bir araya gelmeleri olduğunu belirtti. Elkun, kitabındaki şiirlerin yalnızca hüzünle değil, aynı zamanda sevgi, umut ve geleceğe dair iyimserlikle dolu olduğunu ifade etti. Bugün toplama kamplarında acı çeken Uygurların sesini duyurmanın her zamankinden daha önemli olduğunun altını çizen Elkun, Uygur şiirinin, özgürlük, adalet ve insanlık adına tüm Uygurların sesini duyuran bir protesto ve direniş biçimi olarak varlığını sürdürdüğünü belirtti.